Eleştirinin konusu: Bu eleştiri, teknik bir eleştiri olmayıp mantıksal bir eleştiridir. Daha net bir ifade ile bu eleştiri on dokuz sisteminin içeriğindeki mucize detaylarını, keyfi şekilde yapılan veya yapılmayan matematiksel işlemleri ya da yapılan numerolojinin hatalı ve keyfi olduğunu göstermemektedir. On dokuz sistemi ile Kur’an-Kerim’e Tövbe suresi son iki ayetin sonradan Kur’an-Kerim’e eklendiğine dair görüşün ne denli dayanaksız ve çürük temellere dayandığını gösterip söz konusu bu mucize iddiasının Kur’anın genel kontekstine (bağlamına) aykırı olduğunu ve konu bağlamında söz konusu sunulan 19 mucizesinden daha farklı net, anlaşılabilir ve eleştirilmesi neredeyse mümkün olmayan bir mucize argümanı sunacağım. En güçlü argümanı ise sona saklayacağım.
Öncelikle, “19 mucizesi” iddiasını temelden bir incelemek istiyorum. Nedir bu 19 mucizesi? 19 Mucizesi, Reşad Halife’nin sistematikleştirip “Kur’anda 19 mucizesi var” şeklinde lanse edip ayetlerin; sure sayılarının, harf sayılarının, Kur’an’daki sure konumlarının on dokuz sayısının katlarına denk gelecek şekilde olduğunu “Tevbe suresi son iki ayetin” bu sisteme aykırı sonuç verdiğini ve Kur’an’daki Hicr suresi 9. Ayeti’nin işaret ettiği şekilde Kur’an’ın 19 sistemi ile korunduğunu dolayısıyla bu iki ayetin Kur’an’dan olmadığını iddia ettikleri bir görüştür. Ancak bu sistemi savunanların, tek tip olmadığının bilinmesi gerekiyor. Bu isimler şu başlıklarda incelenebilir:
a.) Kur’an’da 19’ mucizesi vardır fakat ayet inkar edilmemelidir.
b.) Kur’an’da 19’ mucizesi vardır ve -tövbe suresi son iki ayet- inkar edilmelidir.
c.) Kur’an’da 19’ mucizesi vardır fakat sunulan biçimde geçmediği gibi edebi bir mucizesi de vardır.
Bizim yoğunlaştığımız ve eleştirel, fikri saldırıda bulunacağımız alan b.) maddesi olacaktır. Ve c.) maddesinin doğruluğu ile ilgili de argüman sunulacaktır. Yani “mucize için ayet inkarı” konumuna fikri eleştiri yapılacaktır aynı zamanda edebi bir mucize olduğuna dair argüman sunulacaktır.
Söz konusu bu mucize iddiası, *dört sebep ile* çok ciddi sorunlar ile baş etmek zorunda. Bunlar:
1.) Mucize İddiasının, tevatür bilgiye aykırı olması
Bu şekilde bir mucize iddiasının, tevatür bilgiye tam tamına zıt ve aykırı olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Tevatür bilgi, sözlük anlamıyla: “Herkes tarafından duyulan ve işitilen” haber kaynağıdır, çok sayıda insanın o durum ile hem hal olmasından hareketle çok yaygın ve bilinen bir şey olması olarak gelen haber manasını taşır. Örn, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u 1453 yılında fethettiği” bilgisi. Kanuni Sultan Süleyman’ın 16. Yy Osmanlı Padişahı olduğu bilgisi. Veya en temelden Kur’an-ı Kerim’in Mushaf olarak elimizde bulunması ve gelmesi, ibadetlerin nasıl yapılacağının bilgisi.
Örnekler bu şekilde çoğaltılabilir elbette, dikkatinizi bir şey çekti mi? Bu az evvel anlattığımız durumlar, olaylar veya olgular ; dikkat ederseniz, değiştirilmesinin neredeyse imkansız olduğu durumlar, yani o kadar ciddi bir yaygınlık ve tevatür seviyesi var ki bu bilgiyi değiştirmemizin imkanı neredeyse yok gibi. Tevatür olan ile tevatür olmayanın ayrımını çok iyi yapmak gerekiyor. Bugün, birisi çıkıp: “İstanbul’u fetheden aslında Fatih değildi İstanbul’u Ahmet Osman isimli bir Yeniçeri ağası fethetti” diye fikir beyan etse bu isim ne kadar ciddiye alınır? Veya alınır mı? Hatta bu figürün kendince ispatları da olsa bile böyle bir şahıs bu kadar yaygın ve meşhur bilgiyi değiştirebilir mi? Böyle bir şey mümkün mü?
Eğer böyle bir şey mümkün değilse ve Kur’an-ı Kerim’de mü-tevatir haber ile elimize kadar ulaşmışsa tövbe suresi son iki ayetin sonradan eklenmesi ve Reşad Halife’nin bunu tespit etmesi nasıl mümkün olabilir?
Karşıt tez: “bugün tevatür olup da bu yaygın bilginin yanlış olduğunu söyleyen akademisyenler var ve bunlar oldukça geniş kitlelere hitap ediyorlar. Örn. Prof.Celal Şengör, katıldığı bir programda ‘Fatih’in Müslüman olması tartışılıyor’ gibi bir cümle kurmuştu dolayısıyla bu argümanınız temelsizdir.”
Karşıt teze cevap: Tevatür bilgi ile normal haberi öncelikle bir ayrıştırmak gerekiyor, iki bilginin kıyasının yanlış olduğunu aktarmak isterim. Fatih, Müslüman değildi demek ile Fatih, İstanbul’u fethetti demek arasında çok ciddi bir fark var. Bu farkların en büyüğü: Bir kimsenin, teolojik pozisyonunu değiştirmesi kendi içsel muhakemesi ile değişen bir şey olduğu için bunun tartışılması veya farklı şekilde tanıtılması daha doğru bir tavırdır. Bu, onu meşhur bilgi yapmadığı gibi sadece bir retorik malzemesi yapacaktır. Ayrıca Fatih’in Müslüman olmadığına dair iddiaların temelsizliğine dair Prof.İlber Ortaylı’nın sunduğu çok sayıda gerekçe ve argüman vardır, söylediğim gibi bu sadece spekülasyon olup meşhur bilgiden uzaktır.
Tevatür haber, tarihi belge niteliği taşır
Kur’an mütevatir gelmiştir
Mütevatir bilginin değişmesi mümkün değildir.
Dolayısıyla Kur’ana sonradan ekleme&çıkartma yapılması mümkün değildir.
Argüman, bu şekilde özetlenebilir.
2.) Mucize İddiasının Ockham’ın Usturası ile çelişmesi
Mucize iddiasının, basitlik ilkesi (Ockham’ın usturası ile çelişmesi) durumudur. İlk duyduğumuzda garip karşıladığımız: “Ockham’ın Usturası” ne anlama gelir? Hemen kısaca açıklayalım.
Ockham’lı William isminde Hristiyan bir filozof ortaçağda şu anda bilgi felsefesinde de geçerliliğini koruyan “Ockham’ın Usturası” problemini ortaya atar, doğru bilgiye ulaşmak için birden fazla açıklamanın bulunduğu bir ortamda “nosyonların daraltılmasını” gerektiğini savunur, nosyon daraltma demek ise: “Doğru bilgiye en yakın olan bilgi en az açıklamayı yapan en az veriyi sunan en kısa yoldan çözüme giden bilgidir” şeklinde ifade eder. Bu bağlam ile baktığımızda şu tablo karşımıza çıkıyor.
a.) Kur’an-ı Kerim’in anlamsal ve kavramsal içeriği bize tamamen korunarak gelmiştir.
b.) Kur’an-ı Kerim’in anlamsal ve kavramsal içeriği değişmiştir, Tevbe suresi son iki ayet Kur’an’a sonradan eklenmiş ve içerik değiştirilmiştir, bu gerçeği Reşad Halife ortaya çıkartmıştır. Ve Kur’an 19 sistemi ile korunmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’in 19 sistemi ile korunup Tevbe suresi son iki ayetin reddedilmesi gerektiği kanaatinde olanlar, aslında yukarıda gördüğünüz üzere “Ockham’ın Usturası” problemine *ister istemez* takılmaktadırlar. Göründüğü gibi iki açıklama ve bir açıklamanın karşısında nosyon çoğaltılarak ve kapsam genişletilerek cevap veriliyor, dolayısıyla 19 sistemi savunucuları “Ockham’ın Usturası” gibi ciddi bir sorun ile yüzleşmek zorunda kalıyor.
3.) Allah bunca yıl bu kadar Müslüman’ı kandırdı mı?
Evet, soru çok açık ve net. 19 Sisteminin savunucuları bizlere: “Aslında Kur’anda Tevbe suresi son iki ayet sonradan Kur’an’a eklenmiştir ve Reşad Halife bunu ortaya çıkartmıştır” demekle aslında bizlere; “Allah, bu kadar yıl boyunca Müslümanları kandırdı” demektedirler. Çünkü eğer Kur’an normal haliyle iki sure eksik olmalıysa; bu kadar alimin, bu kadar din adamının ve bu kadar hafızın yanlış ve fazla bir metin ile ilim çalışmalarında bulunmasına, eğitim vermesine ve yanlış ve fazla bir metnin ezberlenmesini istemiş olacaktır. Ve bu, hak olan bir kutsal kitapta beklenti içerisinde olmayacağımız, çok ihtimal dışı bir durumdur. Allah’a yalancılık isnat edilmesi kaçınılmaz olacaktır. Oysa ki Allah’ın kötü ve noksan sıfatlardan münezzeh olduğu ile alakalı çok sayıda ayet mevcuttur. “Yalancılık kötüdür” deriz, kötülük yapmak, kötü davranmak noksan sıfat değil midir? Bakın, argümanı: “Bu kadar yıl boyunca Müslümanlar bilmedi de siz mi biliyorsunuz” minvalinde geliştirmiyorum, dikkat çekmek isterim. Zira bugün sokağa çıkıp sorduğumuzda Müslüman halkın %90’ının ismini daha önce hiç duymadığı bir ismi bu kadar temel akidevi konumda baz alıp ayet inkarı pozisyonuna çekilmek, en hafif tabiriyle “düşünce tembelliği” olacaktır. Çünkü biz biliriz ki İslam akidesi içerisinde doğruluk payı olan şaz görüşler (gölgede kalmış) görüşler olmuştur. Ancak, bunlar çoğunlukla müteşabih konumda olmaktadır, şaz görüşler hüküm ihtiva eden meselelerde temel akidevi mesele olarak asla baz alınmazlar.
Karşıt tez: “Allah, bu kadar yıl boyunca gayrimüslimleri kendi kitaplarının değiştirilmesine müsade ederek kandırdı mı?”
Karşıt teze cevap: Bu tez, İslam’ın kutsal kitabının hak kitap olduğunu baz alınarak yapılan bir eleştiri değildir. Gerçekten Tanrı’dan gelen bir vahiy, mana veya içeriğin değişmemesi, otantik kalması beklenmelidir. Gerçek olmayan bir kutsal metinden söz konusu bu durum beklenilen bir şey değildir.
4.) Mucize iddiasının “Ali İmran 7.Ayet” ile çelişmesi ve Kur’anın sunduğu edebi mucize.
Kur’an’ın sunmuş olduğu edebi mucizeye geçmeden hemen önce söz konusu ayeti incelemek ve 19 mucizesi ile çelişen yönünü aktarmak istiyorum.
“Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.”
كلل (kullün) ifadesi topluca, tümüyle, tamamını vb. manalarını taşır dolayısıyla o müminler için Kur’an’ın tamamına iman ederler yani bizdeki bir ifade gibi “tamamı ama bir ikisi hariç” gibi bir ifade içermez, Kullün ifadesi tamamı eksiksiz olacak şekilde bir siga betimler.
Dolayısıyla bu bağlam ile bakıldığında 19 Mucizesi savunucuları, buradaki aklı selim sahiplerinin dışında kalan, kalplerinde eğrilik bulunan kimseler oluyorlar. Çünkü Kur’an, aklı selim sahiplerinin “kitabın tamamının, Rabbin katından olduğunu” söylemektedir. 19 Mucizesi savunurları böylesi bir durumda, “kitabın tamamı Rabbin katından fakat Tevbe son iki ayet Rabbin katından değil” gibi bir mana ve tev’il yapmak zorundadırlar, böyle bir tev’ilin tabiri caizse “ayet bükmekten” farkı nedir? Alenen *hepsi Rabbimizin katındandır* gibi bir ifade varsa bu nasıl mümkün olabilir. Bu iki durumun* Ayet ile söz konusu mucize formunun* çeliştiği çok açıktır.
Konunun bağlamı dahilinde *başta söylemiş olduğum gibi* bir edebi mucizeye dikkatinizi çekmek istiyorum. *Dikkat ederseniz* ayette: “kalplerinde eğrilik bulunanlar oradaki müteşabih (benzeşen) ayetlerin peşine düşerler” ifadesi var. “Üzerinde on dokuz vardır” Müddessir Suresi 30. Ayeti “Müteşabih(benzeşen)” ayet olduğu için açık şekilde yıllar sonra gelecek olan Reşad Halife gibi isimlere işaret edip Allah’ın, onlara dair söylemiş olduğu: “kalplerinde eğrilik bulunanlar ondaki müteşabihler’in peşine düşerler” ifadesi resmen tecelli olmuş oluyor, zira 19 mucizesi savunurları da bunu yapıp Mütaşabih’in peşine düşüp ayet inkar etmiyorlar mı?
Asıl mucize bu kısımdadır işte Kur’an’ın asli edebi mucizesi buradadır. Zira Müddessir 31. Ayet de oldukça çarpıcıdır. O ayette ise: “Onların sayısını inkar edenler için bir imtihan vesilesi yaptık ” Buradaki bahsi geçen imtihan, Kur’anın nüzulundan yıllar yıllar sonra 19 mucizesi diyerek ayet inkarıyla sonuçlanan sürecin imtihanı olmasın sakın.
Bu arada Tevbe son iki ayetin yazılı olduğu ilk dönem nüshaları ve kaynakçalar aşağıdadır.
No comments:
Post a Comment