Tuesday, June 17, 2025

Hz.Muhammed (s.a.v) ile Hz. Zeynep Validemizin Evliliğinin Tahlili Ve Eleştirilerine Cevaplar.

 Hz.Muhammed (s.a.v) ile Hz. Zeynep Validemizin Evliliğinin Tahlili

 

 

Rasul-i Ekrem Aleyhisselatu Vesselam’ın Hz.Zeyneb ile evliliğini modern çağda oryantalistler tarafından dile getirilinefsani ve (haşa) şehvani bulmuşlardır. Eleştirimiz buna mukabil olup Hz. Peygamber’in bu evliliğininin hiçbir şekildeböyle bir nitelik arzetmeyip tamamen davası uğruna böylesi bir evlilik yaptığını ispat edeceğiz.

 

Aslında bu polemiği dillendirmeye dahi gerek yoktur diyebilirim zira Rasulullahgençliğinin en verimli zamanında, şehvani duygularının en yoğun hissettiği dönemde daha evvelden iki erkek ile evlenmiş dul bir hanım olan ve kendisinden 20 yaş yaşça büyük olan birisiyle yani Hz. Hatice validemiz ile evlilik yapmıştır. Şayet Rasul-i Ekrem (s.a.v) şehvani hisleri ile hareket etmekte olan birisi ise (haşa) neden bu hislerinin en güçlü olduğu zamanda değil de bu hislerin iyice azaldığı dönemde Zeyneb validemiz ile evlenmiştir

Rasul-i Enbiya efendimiz, bu evliliği 627 yılında gerçekleştirmiştir (Koç, Ayten (2009). "Hz. Zeyneb bint Cahş'ın Hayatı"Diyanet İlmi Dergi. s.45) 

 

Öncelikle ön plana çıkan figürleri incelemekte fayda görüyorum.

 

 Zeyneb bint Cahş (Arapçaزينب بنت جحش593 - 641),  Hz. Muhammed(s.a.v)'in kuzeni ve yedinci eşidir. Aynı zamanda Muhammed'in evlatlığı Zeyd'ineski eşidir. Müslümanlar arasında "Müminlerin Annesi" (Ümmü'l-Müminin) ve "Miskinlerin (yardıma muhtaçların) Annesi" (Ümmü'l Mesâkîn) olarak anılmaktadır.

625 yılında Hz. Muhammed (s.a.v) ve evlatlığı olan Zeyd bin Hârise ile evlendi. 627 yılında Zeyd bin Hârise ile boşandı. Boşandıktan yaklaşık dört ay (iddet süresi kadar) sonra gelen vahiy üzerine Hz. Peygamber ile evlendi

Zeyneb bint CahşHz.Peygamber'in halası Ümeyme bint Abdülmuttalib'inkızıdır; Hz.Peygamber'in birinci dereceden kuzenidir. Hal böyle iken halasınınkızı olan Zeyneb validemiz ile zaten beraber büyümüşlerdir. Lakin ülkemizdeki dinsiz cenahın fikir babalarından Turan Dursun olayı şu şekilde aktarmaktadır:

"Muhammed bir gün Zeyd'le görüşmek için onun evine gider. Zeyd yoktur. O

sırada Zeynep içerde çamaşır yıkamaktadır. Duygular coşar. Hz.Muhammed şu sözleri söylemekten kendini alamayarak evden çıkar: "Ya mukallibel kulum!" (Ey kalpleri evirip çeviren Allahımgönlümü çeviriverdin!) 

 

 

Turan Dursun vb. tipler bu olayı, adeta Hz. Peygamber’in ilk kez Hz. Zeynebvalidemizi bu şekilde görüp etkilendiği gibi aktarmakdır. Oysaki Hz. Zeynebvalidemizi ilk kez orada görmesi imkansızdır zira bizzat Zeyd’i bilerek ve isteyerek Zeyneb validemiz ile kendisi evlendirmiştir. Biraz olsun siyer bilgisi olan kimsenin düşmeyeceği hataya bu insanlar bodoslama atlamaktadır ne yazık ki.

Turan Dursun, buna ek olarak Hz. Zeyneb’in başından beridir Zeyd ile evlenmek istediğini iddia etmiştir 

 

(BkzT.Dursun, Din bu 2, sf.118, Kaynak Yayınları, Birinci Basım: Ekim 2006)

 

 

Oysaki Hz. ZeynebZeyd bin Hârise’yi eş olarak istemiyordu aralarında birçok açıdan fark bulunuyordu gerek statü gerek soy açısından. Fakat Hz.Peygambertoplumsal ve soysal statü ve sınıf fikrini bertaraf etmek için evlatlığını; kendi kuzeni ve soylu bir aileden gelen hür bir kadınla yani Hz.Zeyneb ile evlendirerek bu toplumsal ayrımcılığın önüne geçmiştir. Hz.Zeyneb hür ve soylu bir kadın olmasının da hasebiyle pek de olumlu yanaşmamıştı bu evliliğe. Fakat Rasulullah, toplumsal sınıf ayrımını yok edebilmek için eylemlerini ve inkılaplarını ilk önce kendi çevresinden başlatarak yapmıştı ki bir rol model olabilsin. Nitekim Covid-19 pandemisi dünyamızı sardığı dönemde aşılar ilk bulunduğu andan itibaren ilk önce devlet başkanları veya kanaat önderleri *rol model olma isteğiyle* aşıyı en başta kendileri vurulmuştu ki halka ‘aşı olmanız gereklidir’ fikri daha hızlı empoze edilebilsin. Dolayısıyla bir inkılap yapılacaksa bir devrim gerçekleşecekse o devrim ilk önce devrimi savunan kanaat önderinin elinden çıkmalıdır. Buradan da hareketle bu devrimi ilk etapta Rasulullah efendimiz (s.a.v) uygulamıştır ki toplumsal manada kargaşaya yol açmadan bu problematik çözülebilsin.

 

Hz.Zeyneb fıtraten bir peygamber eşi olmaya çok daha münasipti zira takva ve ibadet bakımından oldukça üst bir statüde yaratılmıştı. Bir hadiste: bir mesciddebüyükçe bir ip görülür ve Rasulullah’a bu ip sorulur. “Bu ip neyin nesidir” şeklinde. “Hz.Zeyneb, dayanacak gücü kalmayınca bu ipe tutunup ibadete devam eder.” şeklinde cevap verir Allah Rasülü a.s.m . Bu hadiseden de anlaşılmaktadır ki: Hz.Zeynebibadet noktasında öylesine yüksek bir mertebedeydi ki ayağa kalkamayacak hale gelinceye kadar namaz kılacak kadar takvalı birisiydi. Hatta Hz. Aişe validemiz onun hakkında dini takva bakımından Hz.Zeyneb’ten daha takvalı kimsenin olmadığını söylemiştir.  Buradan anlamaktayız ki Hz. ZeynebHz. Peygambere eş olmak için uygun fıtrattaydı.

Nitekim Ahzap Suresi 37. Ayetteki  ‘’Biz, onu sana nikahaldık’’ ifadesiyle Hz. Peygamber ile Hz. Zeyneb ile nikahlarının kıyıldığını ayet haber verir

Zeyd, her ne kadar islamı dibine kadar yaşamaya çalışan bir sahabe olsa dahi Hz.Zeyneb’e uygun bir eş değildirHz. ZeynebAhzap suresi 37.Ayetin de işaret ettiği şekilde Rasullullah’a uygun fıtratla yaratılmış bir insandır Hz. Zeyneb ilk önce Peygamberin onu kendisi için istediğini sanarak çok sevinmiş, ama sonradan Zeyd için istediğini anlayınca çok rahatsız olmuş ve kabul etmemiştir. Zeyneb’in kardeşi Abdullah’ta bu evliliğe şiddetle karşı çıkmıştır. Hz.Zeyneb bir rivayete göre Rasullullah’ı gençliğinden beridir istemiş buna binaen kendisini isteyen taliplilerinin tamamını reddetmiştir. Fakat Allah rasulü (s.a.vZeyd ile evliliği konusunda kendisini teşvik etmiş evlenmelerini sağlamıştır. 

Konuyla ilgili rivayetleri nakleden el-Kurtubî(1273-, söz konusu rivayetlerle ilgili değerlendirmesinde şöyle demektedir: “Hz.Peygamber’in Zeyd’in karısı Zeyneb’ten hoşlandığı rivayetine gelince -bazıları aşık oldu lafzını kullanmışlardır- Bu, ancak Hz.Peygamber’in ismetini bilmeyen ve onun saygınlığını hafife alan cahil insanlardan sadır olabilir .” (Bkzel-Kurtubîa.g.e, XIV, 124)

 

 

Bir mantık safsatası: ‘Secundum Quid

 

Bu tip rivayetleri KurtubiTaberi v.b alimler nakledip kitaplarına alırken kalkıp da ‘bizim söylediğimiz bu rivayetlerin hepsi doğrudur’ gibi bir mantık güderek almazlar. Onlar, konuyla alakalı sahih olsun veya olmasın bütün rivayet malzemelerini toplayarak -herhangi bir hüküm vermeden- anlatırlar. Yani müessirlerin metotları böyle işlerken rivayetlerden ahkam (hüküm) çıkartmazlar. Kaldı ki bu rivayeti Kurtubi eserine alıp bundan bırakın hüküm çıkartmayı bu rivayet için: cahillerden sadır olabilir (bkz: Bkzel-Kurtubîa.g.e, XIV, 124nitelemesini yapmıştır. Oysaki Kurtubi bu rivayete eserinde yer vermiştir. Bu rivayetlere ne Kurtubi ne de Taberi hüküm verme niyetiyle yanaşmamıştır.Sadece müessirler metotları gereği tüm rivayet malzemelerini toparlayıp ‘işin böyle bir söylentisi de var’ şeklinde izahat yapmışlardır, onlar sonradan ‘bizim kitaplarımızı inceleyip ateistler içlerinden kendilerine malzeme devşirsin’ mantığı gütmediler elbette. Bir metinde bir cümle çok geçiyor diye o metnin onu bütünüyle onaylandığı iddiası ‘‘secundum quid’’ denilen mantık hatasıdır. Dolayısıyla ravisi olmayan, birileri tarafından uydurulduğu açık olan bu hadisten hüküm çıkartıp hele hele bunu din aleyhinde kullanmak tabiri caizseakla ziyan bir tutumdur. 

 

 

 

 

 

Ek Argüman : Bu rivayetin saçmalığını buradan anlayın !

 

İnsan, çok uzun zaman geçirdiği birisine karşı hiçbir hissiyat beslemiyorken bir anda pat diye aşık olmaz, olamaz. Aşk veya hoşlantı denilen duygu aslında bir kimseyi tanımayla beraber çok kısa sürede ortaya çıkar. RasulullahHz.Zeynebile 627 yılında evlenmiştir Yani 56 yaşında iken. Hz. Zeyneb ise 34 yaşındaydı, muhtemelen de beraber büyüdüler 22 küsür yaş var aralarında ve birbirlerini sık sık görüyorlar, ne de olsa halasının kızı. 22 yıl boyunca mütemadiyen varlığına tanıklık ettiğiniz birisine, kuzeninize; gidip de 22 yıl boyunca hiçbir duygu beslemeyip gençliğinizin ve şehvet hissinizin en yüksek olduğu (15-30) yaş aralığınızda hiçbir aşk hissi hissetmeseniz hatta hatta kendisini bizzat evlendirseydiniz şayet, sizce ona karşı bir his filizlenir mi içinizde? Düşünsenize tesettürün henüz daha gelmediği 22 yıl boyunca sürekli gördüğünüz birisini tek bir görüşle bir anda arzular hale geliyorsunuz hemde tesettür geldikten sonra onu istiyorsunuz. Bunun mantıklı bir tarafı var mı sizce?

 

Hiçbir aklı başında insan bu iddianın mantıklı olmadığını, olamayacağını bilir.Ayrıca Rasulullah tam da iki savaşın arasında kalmışken Hz. Zeyneb ile evlenmiştir. Bu evlilik Müreysi Gazvesi ve Hendek savaşının tam ortasında olmuştu. Yani RasulullahMüreysi Gazvesinin o hengamesiyle uğraşırken bir de Hendek savaşının hazırlığı ile uğraşmıştır. Adeta bu savaşların arasında kalan Hz.Peygamber, şayet (haşa ve kella) şehvani hisleri için bunu yapmışsa bueylemi sizce savaşların ve yoğun hengamenin tam ortasında mı yapardı yoksa nispeten rahata erdiğinde mi yapardı. Her an için suikast gibi tehlikeli bir durumun sizi bulabileceği riskli bir ortamdasınız, hayatınız tebliğ ve irşat çalışmaları ile geçiyor 56 yaşındasınız davanız için gece gündüz savaş veriyorsunuz. Allah’a yönelmekten tevekkül etmekten başka çareniz yok, huzurlu ve rahat bir ortamda değilsiniz, böylesi bir ortamda siz kalkar da cinsellik mi düşünürsünüz? Soruyu revize edeyim: Böyle bir şey aklınıza gelir mi? Hz. Muhammed (s.a.v) de bir beşer olduğu için bu duygulardan muaf olması gibi bir durum söz konusu değildir, Şehvani kuvveti en güçlü olduğu dönemde yalnızca bir hanımı olan Rasul-i Ekrem’e *ki o zamanlar bir arapyerlisi istediği kadar kadın alabilirdi, cahiliye döneminde kadının rızası bile alınmıyordu* böylesi bir itham yakıştırmak akla ziyan bir tutumdur. Dolayısıyla bu iddianın hiçbir temeli olmadığı gibi tam aksine nübüvveti *samimiyet cihetiyle* ispatlayan bir yönü dahi vardır. Onu da bir sonraki kısımda yazacağım.

 

 

 

Nübüvvet (Peygamberlik) İçin Bir Samimiyet Delili: Ahzap 36-37 

 

İçeriğimizin ilk kısmında ve az önceki kısımda  bu ayetlerden hareketle ‘Rasulullah’ın gerçek peygamber olduğunu ispat edeceğimizi’ söylemiştik, buna binaen söz konusu ayetlere bakmak istiyorum:

 

Allah ve resulü herhangi bir konuda hüküm verdiklerinde artık mümin bir erkek veya kadın için işlerinde tercih hakları yoktur. Allah’ın ve resulünün emrine itaat etmeyenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır. (Ahzap:36)

 

(Resûlüm!) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.  

 

‘Allah’ın açığa vuracağı şeyi sen gizliyordun’ ne demek sizce? Burada gizlenen şeyin, yukarıda anlattığım gibi: ‘aşk hissi’ olma gibi bir durum yukarıda anlattıklarımdan dolayı asla söz konusu değildir. Zira böylesi bir durum, toplumda söylentiler çıkmasına yol açacaktır ve Rasulullah’ın da çekincesi budur aslında. Allah’ın bir emri neticesinde toplumda yerleşen bir algı çökecekti ve bu emir Rasulullah’ı bir miktar korkutuyordu, insanların arkasından konuşması onu bu konuda çekimser hale getiriyordu. Hz. Zeyneb ile evlilik yapmak Rasulullah (a.s.m)’a  o kadar zor gelmişti ki; Hz. Aişe ve Hz. Ömer’den ‘’Rasulullah (a.s.m), eğer Kur’andan bir şey gizleyecek olsaydı kesinlikle bu ayeti gizlerdi’  şeklinde rivayet mevcuttur. (Buhari, ‘Tevhid’ ,22)

 

 

hazırsanız argümanı sıralıyorum. Argümanı öncüllere bölelim ve öncülleri kendi zihinsel süzgecinizde bir tartın,

 

 

a.) Hz. Muhammed (s.a.v), Hz. Zeyneb’e aşık olduğu için veya (haşa) şehvani hisler nedeniyle evlenmemiştir.
b.) Hz. Muhammed, bu konumda bilerek ve isteyerek evlenmemiştir.
c.) Hz. Peygamber, böylesi zor bir ortamda adeta evlilik için zorlanmıştır.
d.) Hz. Peygamber; kendi davası için iman ettiği Allah’ın emrini yerine getirmek zorundadır.
e.) Hz. Peygamber, eğer kendi davasında samimi değilse  böylesine dedikodu doğuracak ve kendi kimliğinin sorgulanmasına yol açacak bir şeyi yapmazdı.
f.) Bu durum, bu davranışı tereddüt etmeden uygulayan Hz. Peygamber’in davasında samimi ve inandığı Allah’a ciddi bir tevekkül içerisinde olduğunu gösterir (nitekim, Ahzap 37. Ayet: ‘Asıl korkman gereken Allah’tır’) diyerek Rasulullah’a dahi tevekkülü ve samimi olmasını emretmektedir.
g.) Böylesine bir samimiyet yalnızca gerçek bir Rasulden hasıl olur. Şayet aksi düşünülürse dedikoduya dönüşecek bir ortamda Rasulullah bir ‘itibar yıkımını’ yaşamayı asla istemeyecektir.

 

 

Sonuç: Rasulullah’ın böylesine mücadeleler ile geçen ve samimiyetler ile dolu olan bu yaşantısına ne kadar temelsiz ve zayıf akıl yürütmeler ile yaklaşıldığını gördük ve bu konumdaki itirazlara cevap verdik, hatta bizzat hadis& rivayetlerin de kaynaklarını belirttik. Soru ve görüşlerinizi yorum bölümüne yazabilirsiniz.

Monday, June 9, 2025

Kelam Kozmolojik Argümanın Çağdaş Ateist Teologlar Tarafından Yapılan Eleştirilerine Cevaplar

 Kelam kozmolojik argüman belki de tarih boyunca üzerinde en çok tartışmanın döndüğü Tanrı argümanıdır, bu argümanın muhtevası her ne kadar ezeli evren tasavvuru yapan algıya karşı çıkarak semavi dinlerdeki yaratılış öğretisiyle paralel çalışsa da herhangi bir dini gerekçelendirmek için sunulmamaktadır. Yalnızca bu argüman, belli başlı dini öğretilerin argüman ile uyumlu olup bazı dini öğretiler ile de çelişkili bir durum serdetmektedir. 

 

Argüman, çağdaş dönemde Immanuel Kant’ın antinomilerinde takdis edilmiştir.

Kelam kozmolojik argüman şu öncüller ile formüle edilebilir:

 

1.) Var olmaya başlayan her şeyin bir sebebi vardır.
2.) Evren var olmaya başlamıştır.
3.) Dolayısıyla evrenin bir sebebi vardır.
4.) Bu sebebin evrene içkin olmaması gerekir.
5.) Dolayısıyla evrenin evren dışı bir sebebi olması gerekir.
6.) Bu sebep Tanrı’dır

 

Argüman ile alakalı okuma yapıldığı kanısındayım dolayısıyla argümanın detaylarını burada sizlere açıklamaya gerek olmadığı kanaatindeyim. Bu yazımın amacı argümanı incelemek değildir, argümanı detaylıca inceleyen bir yazı gelecektir. Bu yazımın amacı; argümanı eleştiren tutumlara fikri cevap vermektir. Sadece öncülleri yüzeysel mahiyette incelemek istiyorum.

 

1.) Var olmaya başlayan her şeyin bir sebebi vardır.

 

Bu öncül metafizik sezgimize dayanır ve bu sezgilerimiz oldukça güçlüdür, bu sezgileri çöpe atmamız için hiçbir gerekçe yoktur. Örneğin çağdaş analitik din felsefecisi olan AlvinPlantinga: Bu Sezgilerimiz, seçilim yoluyla bize gelmiş olup bu sezgilere güvenmemek açıkça ahmakların yapacağı bir iştir’ şeklinde itiraz etmiştir. Aslında bu sezgilere güvenmeyenlerin açıkça ‘hiçlikten bir şey çıktığını’ göstermeleri gerekmektedir. Eğer hiçlikten bir şeyin çıktığı gösterilse dahi (ki bu mümkün değil) neden herhangi bir şeyin veya her şeyin nedensiz olarak yokluktan varlığa çıkmadığı açıklanamaz hale gelir. Son olarak bu öncül zihni tecrübelerimizi sürekli olarak desteklemektedir. Dolayısıyla ateist tabiyun vedehriyun (natüralistler) dahi bunu kabul etmek için çok güçlü motivasyona sahiptirler. 

 

      Bu öncüle yönelik küçük bir eleştiri malzemesi mevcuttur. Bu eleştirinin sistemli hali bizzat David Hume’a aittir, eleştiriyi mevcut haliyle şöyle aktarabiliriz:

 

“Evrenin oluşumu oldukça radikal bir olay, bizler bu radikal olayı gündelik hayatta hiç deneyimlemiyoruz ve gündelik hayattaki tecrübelerimize nazaran oldukça farklı bir durum dolayısıyla 'var olmaya başlayan her şeyin bir sebebi vardır’ önermesi her koşulda doğru olmak zorunda değildir.”

 

Bu eleştiriye cevap: Bu eleştiri, şayet ‘radikal septik’ değilsek boşa düşmeye mahkumdur zira “radikal septik” diye tabir edeceğimiz pozisyon ‘çok radikal şüphecilik’ biçiminde tanımlanabilir. Radikal septisizm: İleri derece şüpheciliği ihtiva eder, bulunduğumuz konumdan, yaşadığımız hayattan, hatta düşüncemizden dahi şüphe etmek demektir.

      Öyle ki Descartes dahi –ki kendisi çağının en önemli şüphecilerinden birisidir- kendi varlığından şüphe duymadığını şu veciz sözüyle dile getirmiştir: Cogito Ergo Sum” (Düşünüyorum öyleyse varım!)

 

Bu eleştiri doğal nedenselliği eleştirdiği içindir ki: Beyin kimyamızı oluşturan nöronalfaaliyetlerimiz bizim istemimiz dışında faaliyet gösterebilir ve nedensizce bize halüsinasyonlar gösterebilir, öyleyse biz: “Dış dünyanın gerçek olduğuna dair” ön sezgiye neden sahibiz ? Şeklinde bir soru akıllara gelebilir. Burada açıkça görülmektedir ki, hiçbirimiz her ne kadar çok şüpheci postürde olsak dahi asla radikal şüpheci&septik değilizdoalyısıyla doğal nedenselliğe güvenmek için yeterince apriori (ön sezgisel) kabulümüz vardır.

 

Kaldı ki bu eleştiri, ne yazık ki argümanın beşinci öncülüne cevap vermeyen bir eleştiri. Yani “madem evrenin doğa dışı bir nedeni yok, o halde evrenin açıklaması nedir?” sorusunu cevaplamayan bir problematik. Özetle radikal septisizme savrulmak bu eleştiriye bir cevap olmadığı gibi cevaplanması gereken nosyon sayısını gereksiz yere çoğaltmaktadır. Bu ise basitlik ilkesi olarak adlandırılan “Ockham’ın Usturası Prensibine” terstir.

 

2.) Evren var olmaya başlamıştır.

 

Bu öncülü destekleyecek mahiyette hem büyük patlamadan gelen bilimsel kanıtlar hem de felsefi gerekçelerimiz vardır. Bilimsel kanıtımız, büyük patlama teorisinden gelmektedir. 1929 yılında Edwin Hubble, Mount Wilson gözlemevinde evrendeki galaksilerin, gezegenlerin kırmızı renk tayfına kaydığını gözlemlemişti bu renk geçişi gezegenlerin ve galaksilerin birbirinden sürekli uzaklaştığını gösteriyordu bu ise evrenin genişlediğini göstermekteydi, Lematrie ve Friedman modellerine göre ise evren mütemadiyen genişlemekteydi, sürekli genişleyen bir evreni ise zamanı geri sardığımızda bir başlangıcı olduğu ortaya çıkacaktı. Buna ek olarak Bigbang tarih sahnesine çıkmaya başladığı dönemlerde herkes tarafından sevilmemişti ve benimsenmemişti. (5) Bu bilimsel teoriye ideolojik gerekçeler dolayısıyla itiraz getirenlerin belki de en muteber figürü olan ve teorinin isimsel mucidi olan Fred Hoyle: “Eğer böyle bir açılma olmuşsa bunun fosilinin bulunması gerekmekte” (6) şeklinde bir itiraz getirmişti, daha sonraları ise Arno Penzias ve Robert Wilson’un makalesi üzerine George Smooth ve NASA ekibi COBE isimli uyduyu uzaya yollayıp büyük patlamadan arta kalan “kozmik mikrodalga arkaplan ışıması” keşfettiler. Sonraları bu empirik deliller, termodinamiğin ikinci yasası (entropi), kinematik eksiklik teoremi hatta hatta hidrojenin sürekli olarak helyuma dönüştüğünü gözlemlememiz neticesinde evrenin başlangıcının kaçınılmaz olduğu anlaşılmaya başlandı. 2003 Yılında yazılan Borde Guth Vilenkin teoremi ile de artık evrenin bir tekillikten çıktığı kanıtlanmış olup bigbang’in standart modellerinin temelini oluşturmaktadır. (7) Buna binaen AlexenderVilenkin isimli fizikçi kaba poztivist algıyla naturalist metodu kullananları sert bir dille eleştirip “kaçış yok, artık kozmik bir başlangıç ile yüzleşmek zorundalar” (8) şeklinde beyan etmiştir.

 

Büyük patlamanın labaratuvar ortamında (empirik) delillerini tek tek sırladığımıza göre argümanı destekleyen fikri, felsefi gerekçelere geçebiliriz.

 

Ek felsefi Argümanlar: 

 

Aktüel sonsuzluğun imkansızlığı

 

Bu argüman üç öncül ile formule edilebilir.

 

1.) Aktüel (gerçek hayatta) sonsuz nesneler var olamaz.

2.) Zaman içerisindeki başlangıçsız olaylar dizisi, aktüel sonsuz sayıdaki nesneleri gerektirmektedir.

3.) O halde, zaman içerisindeki başlangıçsız olaylar dizisi muhaldir (mümkün değildir)

 

ilk öncüle destek sağlamanın en iyi yolu Hilbert’in Sonsuz Oteli düşünce deneyi olacaktır diye düşünmekteyim.

 

Isınma turu için önce sonlu sayıda odası olan bir otel hayal edelim. Bunun yanı sıra, odaların hepsinin tutulmuş olduğunu farzedelim. Yeni bir misafir gelip bir oda isteyince, mal sahibi:Kusura bakmayın, bütün odalar dolu diye özür diler ve hikaye orada biter. Fakat şimdi gelin sonsuz sayıda odası olan bir otel hayal edelim ve bir kere daha bütün odaların tutulmuş olduğunu farzedelim. Bu sonsuz otelin tümünde bir tek boş oda bile yoktur. Şimdi diyelim ki oda isteyen yeni bir misafir çıkıp geliyor. Tabii, elbette! diyor mal sahibi ve hemen 1numaralı odadaki kişiyi 2 numaralı odaya, ‘2 numaralı odadaki kişiyi 3 numaralı odaya, 3 numaralı odadaki kişiyi 4 numaralı odaya kaydırıyor ve bu şekilde sonsuza kadar devam ediyor. Bu oda değişikliklerinin sonucu olarak, 1 numaralı oda boşalıyor ve yeni misafir minnettar bir şekilde odasını tutuyor. Fakat hatırlayınız, o varmadan önce bütün odalar tutulmuştu! Eşit derecede garip olarak, şu anda otelde öncekinden daha fazla sayıda kişi bulunmuyor: sayı, sadece sonsuz. Fakat nasıl olur bu? Mal sahibi daha şimdi yeni misafirin ismini kayıtlara ekledi ve ona anahtarlarını verdinasıl olur da otelde öncekinden daha fazla kişi olmaz?

 

Ama durum daha da tuhaf hale geliyor. Zira farzedelim ki sonsuz sayıda yeni misafirler geliyor ve oda istiyorlar. Elbette, elbette!” diyor mal sahibi ve 1 numaralı odadaki kişiyi 2numaralı odaya, 2 numaralı odadaki kişiyi 4 numaralı odaya, 3 numaralı odadaki kişiyi 6 numaralı odaya kaydırıyor ve bu şekilde sonsuza kadar devam ediyor; ve daima her bir önceki misafiri, kendi numarasının iki katı numaralı odaya koyuyor. İki ile çarpılan her hangibir sayı daima bir çift sayıya denk olduğu için, bütün misafirler çift-sayılı odalara konuluyorlar. Netice olarak, bütün tek-sayılı odalar boşalıyor ve sonsuz sayıda yeni misafirler kolayca yerleştiriliyorlar. Öyle olsa da, onlar gelmeden önce bütün odalar tutulmuştu! Ve yine tuhaf bir şekilde sonsuz sayıda yeni misafirin otelde oda tutmalarından sonra oteldeki misafirlerin sayısı, öncekiyle aynıdır. Sanki eski misafirlerin sayısı kadar yeni misafir varmış gibi. Aslında mal sahibi, bu işlemi sonsuz sayıda çok kere tekrar edebilir ve hala otelde asla öncekinden fazla olan bir tek kişi bile olmaz. Fakat Hilbert in oteli, bu Alman matematikçinin gösterdiğinden bile daha tuhaftır. Zira farzedelim ki misafirlerden bazıları otelden ayrılmaya başlıyor. Diyelim ki 1 numaralı odadaki misafir ayrılıyor. Şu anda otelde daha az sayıda insan yok mudur? Transfinite (sonlu ötesi) aritmetiğe göre hayır! Farzedelimki 1, 3, 5, … numaralı odalardaki misafirler ayrıldılar. Bu durumda, sonsuz sayıda insan otelden ayrılmıştır, fakat oteldeki insan sayısı daha az değildir. Aslında biz her iki misafirden birinin otelden ayrılmasını sağlayabiliriz ve bu işlemi sonsuz kere tekrarlayabiliriz; ve hala otelde asla daha az sayıda insan olmaz. Şimdi diyelim ki mal sahibi yarısı boş bir otel istemiyor (bu iş açısından kötü gözükür). Önemli değil! Çift sayılı odalarda kalan misafirleri, kendi oda numaralarının yarı değerindeki sayıya sahip odalara kaydırarak mal sahibi yarı boş olan otelini tamamen dolu olan bir otele dönüştürür. Kişi, bu türlü manevralarla mal sahibi sürekli olarak bu tuhaf oteli tamamen dolu tutabilir diye düşünebilir, ama yanılır. Zira diyelim ki 4, 5, 6, … numaralı odalardaki misafirler otelden ayrıldılar. Otel tek bir hareketle tamamen boşaltılabilir, misafir kayıtları üç isme indirilebilir ve sonsuz olan sonluluğa çevrilebilir. Ama şurası hala doğrudur ki bu defa 1, 3, 5 … numaralı odalardaki misafirlerin ayrıldıkları zamanki kadar çok sayıda misafir ayrılmıştır! Böyle bir otelin gerçekte var olabileceğine kimse inanabilir mi?

(Bkz: William lane CRAIG, Büyük Patlama ve Ötesi,169-170)

 

Ünlü filozof Craig’in de vurguludığı biçimde bu otel, sayısal mahiyette birçok saçmalığa gebedir. Öyleyse aktüel sonsuzluğun imkansız olduğunu net şekilde görmekteyiz.

 

           Bir başka itiraz ise teselsülün muhal (imkansız) oluşundan gelmektedir. Peki ya teselsül nedir ve nasıl işler? Bunu küçük bir öykü ile betimlemek istiyorum.

 

Diyelim ki; ben bir iş görüşmesine gittim, öz geçmişim incelendi ve şirketlerinde benim mevkime uygun pozisyon bulduklarını söylediler. Ve benim masamda imzalamam gereken bir kağıt var ve sadece koskoca evrende bir tanecik kalem kalmış. Tam bu esnada da şirket patronu odadan ayrılmış ve çay doldurmaya gitmiş. Ben, bu kalemi kaldırıp imzamı atabilmem için telefonla babamdan izin almam gerekse onun da kalemi kaldırması için onun babasından izin alması gerekse ve onun babasının da babasından izin alması zaruri olsa ve bu sonsuza kadar gitmek zorunda olsa bu kalem kalkar da ben imzamı atabilir miyim? Patron odaya geldiğinde ‘neden imzamı atmadığımı’ soracak olsa, ona: ‘imza izni için sonsuza kadar geri gittiğimi ve izin gelince atacağımı söylesem’ bana nasıl bir cevap verirdi? Belki de bu hareketimin saçmalığı sebebiyle o an için işten bile kovulurdum. İşte buna teselsül denir. Aynen böyle de burada anlattığım hikaye eğer size makul geliyorsa teselsül sizin için muhal gelmek zorunda değildir. Fakat burada anlattığım içerik size saçma geliyorsa sizlerde teselsülü makul bulmuyorsunuz demektir.

 

 

İlk sebep arama eğiliminden ötürü eğer Allah’ı hiçbir şey yaratmadıysa aynı şey evren için de geçerli olabilir.

 

 

Olası Teistik itiraz: Dünya ve evrenin sonradan ortaya çıktığı gerek felsefi gerekçeler ile gerekse de empirik deliller ile bilinmeseydi bu eleştiri kısmen haklı olabilirdi.

Lakin evren; evet başlıyor, dolayısıyla sonradan oluştuğu zaten bilinen bir şeye uluhiyet arz etmek pek mümkün görünmemektedir.

 

Kuantum mekaniği var olmaya başlayan her şeyin etken nedeni var görüşüne kuantum mekaniği bir darbe vuruyor.

 

Her ne kadar Lawrance Krauss gibi fizikçiler ‘hiç yoktan evren’ modellemeleri kursalar bile bu görünen alan birer kuantum alanıdır ve nesneler kuantum vakumunun dalgalanmalarından ortaya çıkmaktadır. Krauss’un izahı ve ‘hiçlik’ kelimesine yüklediği mana gündelik kullanımdan epeyce farklıdır. Oysa ki biz, herhangi bir potansiyel içermeyen şeye ‘hiçlik’ diyoruz. Biz bunu derken fizikçilerin ‘hiçlik’ şeklinde tanımladığı alan bir kuantum alanı. Krauss adeta ‘hiçlik’ kelimesine yeni bir mana vererek bunu ideolojik amaçlar adına devşiriyor buna mantıkta ‘cinaslı safsata’ adını veriyoruz (Bkz:safsatakılavuzu.com)

 

Fizikçi George EllisKrauss’un bu izahını şu sözlerle eleştiriyor:

 

Krauss bize test edilmemiş spekülatif teorilerle bir şeylerin madde öncesi şeylerden ansılortaya çıktığını anlatıyor. Krauss, bunu yaparken kuantum vakum’un nasıl hep var olduğunu,veya neden ortada evreni çıkaracak bir mekanizmanın hep var olduğunu açıklamıyor. Evren var olmadan önce gerçekleşen bir fenomen nasıl test edilebilr ki? Hepsi bir yana, Krauss tüm bunların gerçekleşmesini sağlayan doğa yasalarının nereden geldiğine dair açıklama vermezken tüm evrenin bir hiçlikten geldiğini iddia ediyor. Bu bilim değil, spekülasyondur.”

 

(BkzScientific American, 2014, Physicist George Ellis Knocks Physicists for KnockingPhilosophyFalsificationFree Will)

 

 

 

Aktüel sonsuzluğun imkansızlığı, teselsülün muhal oluşu ve özellikle Hilbert’in oteli düşünce deneyine dair sunduğu gerekçeler neticesinde; evrenin, kozmik mecraya inkişaf etmesini rahatsız edici bulan bir takım natüralistler eleştirilerini matematiksel platonculuk üzerinden yaparlar. Bu eleştiri şöyle özetlenebilir:

 

Matematiksel Platonculuğa göre:  evrende, matematik; bizim zihnimizin dışında var olan ve bizden bağımsız olan bir şeydir matematik bir buluş veya icat değildir, matematik icat olmadan da doğada sonsuzca vardır, yani sonsuza kadar sayılabilir ve insan zihninden bağımsızdır. Şayet matematik, sonsuza kadar gidilebilen aktüalize edilmiş bir gerçekliği var ise ve bizim zihnimizden bağımsız çalışıyorsa bu durumda teselsül *her ne kadar sezgilerimize garip gelse dahi* muhal değil mümkünüdür. Hilbert’in oteli de hakeza aynı biçimde mümkün sahasında kendini gösterecektir. Oysaki sırf Kelam Kozmolojik Argümanı savunacağım diye gidip matematiksel platonculuğu inkar pozisyonuna savrulmak hiç makul değildir.

(Mirioğlu, Kelam Kozmolojik Argüman 1-Evreni Tanrı mı Yarattı? , Youtube) 

 

 

 

 

İtiraz:  Matematiksel Platonizm, matematiğin insan zihninden bağımsız dışarıda var olduğunu ve sonsuz olduğunu söylerken soyut mahiyette ve düşünce düzeyinde olduğunu söylemektedir. Aslında bakılırsa bu, en nihayetinde ‘matematik keşif midir yoksa icat mı?’ sorusuna mukabil işlemektedir. Matematiğin keşif olduğunu keşfetmemiz demek; teselsülü ve Hilbert’in otelini gerçek kabul etmemizi gerektirmez. Zira biz sonsuz sayıları zihnimizde canlandırabilir, kurgulayabilir hatta buna mukabil sonsuzdan hikaye dahi canlandırabiliriz. Fakat aynısını aktüel mahiyette üç boyutlu uzay-zaman düzleminde yapmaya çalışsaydık bu mümkün olabilir miydi? Hilbert’insonsuz otel odalı binası ne kadar mümkün? Eğer bu mümkünse matematiksel platonculuk ile teselsüle veya Hilbert’in oteline itiraz edilmesi tutarlı olacaktır. Lakin bu, asla mümkün değildir evet zihinde soyutlama, sonsuzu soyutlama yani imgesel olarak çıkarım mümkündür fakat gerçekte yani aktüalize edilmiş bir nesnesel sonsuzluk üç boyutlu uzay-zaman düzleminde son derece muhaldir yani imkansızdır.

 

 

 

 

Zamanın b teorisi gerçekse biz bir filmin bir fotoğraf karesinden farklı değiliz vakti gelince bizler aslında hep var olan ve halihazırda olan o anıyı yaşayacağız demektir. Bu da şunu açımlamaktadır; evren hep vardı.

 

Öncelikle, zamanın b teorisinin ne olduğunu açıklamak istiyorum: B-Kuramı, zamanın mutlak bir akışa sahip olmadığını, tüm zaman noktalarının (geçmiş, şimdi ve gelecek) ontolojik olarak eşit derecede var olduğunu savunur. Bu kurama göre zaman, olayların birbiriyle ardışıklık ilişkisine (önce-sonra ilişkisi) göre tanımlandığı bir yapıdadır. Yani, herhangi bir olayın "şimdi" olmasını esas kılmadan, olaylar arasındaki ilişkilere odaklanır. Bu söylemin bir neticesi olarak; evrenin, hep var olduğu gibi bir durum iddiası manalı gibi görünecektir.

 

Bu argümana iki nedenle eleştiri getirmek mümkündür.

 

1.İtiraz: Her ne kadar manalı gibi görünse dahi bu görüş manalı değildir, zira şu soru örtbas edilemez: ‘Teselsül mümkün olabilir mi?’ oysaki teselsülün muhal olduğunu yukarıda anlattığım argüman ile gerekçelendirmiştim, şayet teselsül ve Hilbert’in oteli mümkünse zamanın b teorisini o zaman tartışabiliriz lakin zamanın b teorisiyle hudus delilini vurmak istiyorsak şayet öncelikle teselsül ile Hilbert’in otelinin mümkün olduğunu göstermek lazım gelecektir. Zira bunlar mümkün değilse zamanın b teorisinin hudus delilini iptal etmesi zaten mümkün değildir çünkü teselsül ve Hilbert’in oteli mümkün değilse evrenin bir başlangıcı olmak zorundadır.

 

 

2.İtiraz: Zamanın b kuramı anlatılırken genellikle film kareleri örneği kullanılır. Bu örnekte bir filmin; film karelerinin, bizim yaşantımızı oluşturduğu ve önceden her şeyin belli olduğu kabulü üzerinden yapılır. Yani: ‘film karelerinde her şey belirgin ise evrenin hiç olmadığı bir dönem var olamaz çünkü evren muhakkak bir yerlerde vardır sadece vakti geldiğinde varlık sahnesine tezahür edecektir’ şeklinde önerme sunulmaktadır. Fakat, zaman dediğimiz mefhum; devinimden, değişimden farklı bir şey değildir. 

Zamanın formülüne bir bakalım: Zaman = Mesafe ÷ Hız 

 

Burada mesafeyi hıza bölerek elde ettiğimiz zaman için, hız ve mesafeye ihtiyaç duymak zorundayız. Mesafe denilen mefhum ise cisimden ortaya çıkar yani cisim olmadan, kütlesi olmayan hacmi olmayan bir madde olmadan mesafe asla ortaya çıkmayacaktır. Zaman ile cisim denilen mefhum birbirlerine girift şekildedir. Zamanın ortaya çıkabilmesi için özünde mesafenin daha özünde maddenin ortaya çıkması gerekir, eğer evrende en az bir madde var ise zamandan söz edebiliriz, oysaki evrende madde veya daha özünde cisimsel içeriği olan herhangi materyal yoksa yani tamamen bir hiçlik söz konusuysa böylesi bir durumda zaman yoktur zira zaman, formülünden ötürü işleyemez durumdadır. Oysaki eğer teselsül muhal (imkansız) ise evrende herhangi bir materyal yok demektir. Bu durum, ne zamanın a teorisini ne de zamanın b teorisini evrende fiziksel anlamda bir hiçlik söz konusuyken işleyemez hale getirir. Bu durumdan ötürü de zamanın b teorisi evren henüz başlamamışken işleyemez hale gelmektedir.

 

Dolayısıyla zamanın b teorisi ile kelam kozmolojik argümana eleştiri getirmek pek de mümkün gözükmemektedir.

 

Hz.Muhammed (s.a.v) ile Hz. Zeynep Validemizin Evliliğinin Tahlili Ve Eleştirilerine Cevaplar.

  Hz.Muhammed  ( s.a.v ) ile  Hz. Zeynep  Validemizin Evliliğinin Tahlili     Rasul -i Ekrem  Aleyhisselatu   Vesselam’ın   Hz.Zeyneb  ile e...